Perşembe, Şubat 18

yanLızLık..


Yalnızlık

Yalnız kaldınız sanırsınız,
Biliyorum.
Yalnız bırakılmışsınız,
Biliyorum.
Ötesi yok.

Ötesi var:
Yalnızlık
Müziğin bile seni dinlemesidir.
Yalnızlık
İnsanin kendine mektup yazması
Ve dönüp-dönüp onu okuması
Yalnızlığın da ötesidir.


Özdemir Asaf

bir 'Avatar' oLayı..

Neymiş efem, şirinlerde maviymiş niye bu kadar populer olmamış.. Yok neymiş efem, o kadar parayı ‘bana’verseymişsin ‘ben’ neler yapmazmışım..
Kardeşim James hazır hazırda yapmış.. Hatta bence adam, şöyle bir dip notcukla olayı bitirmiş ‘ö-hem siz dünyalılar, benim yarım kadar hayal gücüne sahip degilsiniz’ abarttık mı ne??
Filmin toplam maliyeti, 280-310 Milyon $ ‘cık’ kadar tutmuş o yetmez gibi pazarlamasına 150 Milyon $ ‘cık’ harcamış filmin hem yazarı hemde yönetmeni olan James Cameron. James, Titanic’ten sonra başarısız yapımları (Terminatör, Aliens gibi..) sonunda, Pandora’nın kutusunu acmış gibi görünüyor, filmin konusundan bahsetmek sanırım ki, gereksiz olur zira hemen hemen herkes izlemiş (kac hafta yer bulmak icin deliler gibi dolandık.) Aslında konunun, bildigimiz ‘Cesur yürek’ ‘Son mohikan’ gibi filmlerden pek farkı yok, kabile kültürünü benimsemiş kendi yagında kavrulan, tehlike görmedikleri sürece gayet efendi ve dindar olan 3 metre boyunda ki insanımsı ‘Navi’ halkı, gittikleri yerleri yakan yıkan barbarlara karşı ‘haydiii beeee’ dedirticek bir direnç gösteriyorlar. Tipik, iyi polis kötü polis olayını benimsemiş kahramanımız Jake Sully’de kalbinin, aşkının yanında yer alıyor.. Konu bilindik aslında fakat o nasıl bir uydudur öyle yahu.. İnsanın salyesi akıveriyor : ) Görsel efektler hele birde 3D gözlükleriyle izleniyorsa (ya, lafı acılmışken o gözlüklerle insan kendini resmen KarL Lagerfeld hissediyor. Bakınız şekil 1.a ; Haksızsam söyleyin şimdi :) Bazı sahnelerde, insan 'ee, yok artık' daha neler bile diye söylenirken yanınızda ki 'Amerikan sineması kardeşim bu, Türklerin eline ver bakalım o parayı biz neler yaparız' diye hemencecik söyler..
Şahsen, ben filme bayıldım mı? Bayıldım.. Hele o 'ikran' olayı bitirdi beni tam benlik olay dilim dışarda bütün gün tepesinde dolaşırım : )
Gelelim, işin en civcivli kısmına.. Bu filme kiminle gidilir? Kiminle gidilmez? Bir kere, aile fertleyle gitmek güzeldir eglencelidir ama anneye dikkat derim ben, -ay Hülya neydi o kuyrukları ölee, migdem bi tuhaf oldu' veya 'edepsiz bunlar insan adam gibi birşey giyer üstüne' gibi tepkilere maruz kalmak mümkün.. ama anne, 310 milyon dolar?? Grammy ödülleri??!! -Yok yok, kuyruk igrencti!
Veya, ergenlik döneminde ki gencler manitalarıyla gitmesin derim zira, er ergen kişi; 'lan oglum film 3 saat, attım mı kızı arka koltuga..' insan, emege saygıdan izler filmi!! ayıptır, günahtır..
Gerekli materyaller (mısır, su, kola, snikkers gibi..) ve yanınızda 'gercekten' evet ya, işte bu (kızla-adamla) izlenir bu film; diye düşündügünüz birini alın film uzun, belki başınızı koymanız gerekir saglam bir omuza..

Sonuc olarak, 3 saat bile olsa başka bir yerde gibi hissediyor insan kendini..
İzleyin der, iyi seyirler dilerim.. :)

Sona ermek üzerine..



Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir...

Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu. Nasıl mı?Cami'de uyanıyorsunuz.Bir tahta sandık içerisinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize duaediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette tabuttan doğruluyorsunuz,yaşlı, olgun, ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatl ar, çocuklar torunlar hepsi hazır.Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz.Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...Altmışlı yaslara kadar garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübelibir insanolarak ise başlıyorsunuz.Herkes karsınızda el pençe diva n... Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor.Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz.Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....aman ne güzel günlerbaşlıyor... derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iy i olur diyor.Bu arada babanız ortaya çıkmış, 'fazla çalıştın' diyor 'artık eve dön, işibırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun...'Keyfe bakar mısınız?Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor.Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlı yor, araba kullanmaderdi de yok artık....


Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, 'evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna' diyorlar.Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hattabu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvaletkullanmamaya başlıyorsunuz.Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor.Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek içinağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.

Veeeeee....En güzeli deeee......Günün birinde müthiş keyifli b ir geceyle hayatiniz bitiyor...


Can YÜCEL

Ögrenci oLmak..


Ögrenci olmak..


Aslında huyumdur, yazar yazar dururum ben kardeşim..
Hatta bazen, öyle oluyor ki elime kagıt kalem almadan ne yazıcagımı kestiremiyorum bile. Cocukca biliyorum ama elimde degil, 13 yaşımda günlük tutmaya başladıgımdan beri ‘yazan’ bir kız oldum ben..
Konuşmadan ne zaman sogdum niye sogdum hic bilmiyorum ama tahminlerim var; ‘insanları anlamaktan cok anlatmaktan yorulmuş olabilirim bir yaşımda belkide..
Sonra bir ara, yazmayıp acaba ‘göstersem’ diye düşünüp ‘an karaleri’ yakalamayı düşündüm.. Belkide ondan bu blog’un adı hLy’spective oldu..
Her neyse, bir ara bana birşey oldu ve ben artık ögrenci degildim.. Ne ara, bir ofiste bir sürü boşanmış cocuk sahibi olan kadınla calışmaya başladım bilmiyorum ama oldu..
Hadi üniversite zaten delicesine hızlı gecti, hatırladıgım tek şey sınavlar, garip konulu essaylar ve bir sürü farklı deneyim..
Da, ben zamanın birinde liseye de gittim.. Silik filan ama hatırlıyorum; okul formamı, öss kitaplarımı, fizik, kimya ve analitik.. Evet evet, hatırlıyorum..
Belki, unutmaya yüz tutmuş bunca anıyı, özlemekten korktugum icin unutmaya terk ediyorum.. yada, aynada gördügüm kız yaşlanıyor, ‘hadi lan ordan ne lisesi’ diye bana kızar diye korkumdan sessiz kalıyorum..


Ben okuldan kactım, hatta tabiri caizse; kacmak icin cok okul corabı, etek filan feda ettim..
Kopya cektim, arsız gibi hocanın gözüne baka baka..
Kavga ettim, disiplin cezası olmasın diye okuldan azcık uzakta!
Sabahları, tüyüp kahvaltı yaptım okulun arkasında.. Tavla oynadım..
Okulun ilk ve son günlerini hep kırdım.. ve hep sinemaya gittim..
Catlayana kadar güldüm zamanında.. hatta bak buna hala gülüyorum; 30 kere dinlememe ramen ben hala geometri cözemem..
Özlüyorum sanırım cok..
Kac yaşında olursam olayım; boş ders saatlerinde devirdigim geyikleri, göstermelik ‘ambiyans’ olsun diye taşıgım kitapları.. asla vazgecemedigim ‘kalem kutumu’ özledim ben be..
Gercekten özledim..
Bütün barbarca; anıların hatırlarına.. seviyorum..




“… ve Kulkedisi kacarken, papucu ayagindan firladi. Ertesi gun Prens ayagi bu papuca sigacak genc kizi aramaya koyuldu. Ulkenin tum kizlari, Prens tarafindan begenilmek icin, ayaklarini daha ufak hale nasil getireceklerinin cabasina giristiler. Iste o gun bu gundur kadinlar, ayaklarini, erkekler tarafindan belirlenmis kaliplara sikistirmaya calisir, boyle yaparak erkegin “Prensesi” olacagini dusler dururlar. Zaman gectikce topallamasinin , kendini depresif hissetmesinin sebeplerini surekli kendi eksikliklerinde arayarak.. ve papucun ne denli gecerli oldugunu hic dusunmeden.. Erkekler ise ellerindeki “ayakkabiya” (veya duslerindeki kaliba) “ayagini” (kendini) sikistiracak kadini arar; “ayagi sikismis” bir kadinin ne denli gercek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebilecegini dusunmeden… Ve… Ve birlikte yalinayak yasayabilmenin ozgur keyfinden habersizce…”

a Late vaLentiz!!



Nihayet, boş bır vakıt bulup yanına da yeterince saglam bır 'görsel' yakıştırınca (caldıgım arkadaşa tekrar tesekkürler) yazmadan edemıycem.. Ayol, ne sevgıllıler gunuymus bu boyle? yok artık.. insanı, yardan, kırmızı gülden, ayıcıktan, börtülü böcuuklu ne kadar tedarik unsuru varsa sogutur 'Allah belası versın' diye soyletmeye sebebıyet veren bır gundur sahsen bu '14 Subat' mevzu; ne yanı sımdı 14 subat olunca; gozune normalde kedi kopek gıbı kavga ettıgın ınsan modelı bı anda; hokusss pokuussss olup ınanılmaz bırsey olarak mı gorunuyor kı; kendılerını alısvermerkezlerıne vurmalar, saatlerce 'lan ne alsam dıye' dovunup durmalar fılan.. Gec kardesım gec, yok boyle bır dunya.. Askı bıle, 'yahu yapmasak sımdı elın kızı-herıfı- ne der olayına getırıp boyle bicimlendirir olmuşuz farkında degılız.. Bu aşk dedıklerı olay, baska bırsey.. en azından baska bırsey olmalı.. herkez kutluyorsa, aynı seyı aynı gunde hemde aynı fabrıkasyon konseple; senın ne farkın kalıcak kı, yasadıgın seyın adı 'ask' olucak.. Yok dostum ya, hatta daha derın bır benzetme yapalım hazır kapitalizm'den bahsetmişken; hic aynı olur mu herkezın 2 dkda 'cignemeden' yuttugu Mc Donald gibi fast food'larla, sevgilin elinin dedigi icine 'sapına kadar' aşkını kattıgı 'keklerin' tadı.. Neyse, sorunum da yok pek sevgılıler gunuyle ama oldu o zaman; kutlarım ben ayın 13'unu, 14'unu hatta15'ini bile kutlayanları.. happi valintezzz o zaman :D