Cuma, Eylül 30

a rush week..

Yazılacak ne kadar cok yaşamışım 10 gün icinde ben böyle az önce, Amstream'ın ışıkları bol, sokaklarına bakarken..
10 koşturmalı kocaman gün..
İnsanoglu kuş misali.. Kuşlar kadar özgür aslında farkında olsa..
Uzun zamandan sonra, Londra'dayım; 4 gün gecirdim 3 yılımı gecirdigim sokaklarda, New Bond street'e gittim, okulu ziyaret ettim, bunaldıgımda oturdugum banklarda binlerce yüzü seyredip sakinleştim ve öyle özlemişim ki; kafamın icinden gecmedi degil; 'neden döndün?' sorusu..Cevapları var, sorumun zamanında verdigim lakin, kalbimin bir yarısı hep orda sanırım.. Öyle derin, öyle tuhaf bir kokusu var ki Londra'nın burnumda bıraktıgı; anılarım, beni kendine bagladıgı o sancılı sürecim, kendi ayaklarımı hissettim anlarım..
En önemlisi; ögrendigim, bildigim, tanıdıgım, dokundugum, 'sevdigim' şehir Londra..
Öyle güzel gel ki, o tatlı yorgunlugu bile bana..
Yagan yagmurun, kasvetli gri gökyüzü bile öyle iyi geldi; bünyeme ve kalbime..
Orda, yaşadıgım; yaşattıgı herşey icin bir kere daha, haklı 'teşekkür ettim...'
Teşekkür ederim..
Gercekten, icten samimi bir teşekkür..
Hayatımın, bir yarısını emanet ettigim şehirden, tadını kokusunu bilmedigim başka bir şehire gectim 4. günün sonunda..
Ögrenciyken, gezmeyi cok istedigim ama bir türlü 'haydi yapalım..' diyemedim Hollanda.. işin tuhaf tarafı sadece 45dk'lık bir ucuş uzaklıktaymış -Dublin'le aynı-
Yeni yerler görmek her zaman, icimde ki; gezgin tipi memnun eden şey olsa gerek; durup şehirin en işlek yerinde derinden bir nefes alıp; 'ne kokuyor acaba' diye tahmin etmek..
Bakmayın öyle, şehirler kokar..
İstanbul mesele; tatlı akide şekeri gibi kokar, her günü taze; meyva gibidir, kokladıgında meyvayı yemiş gibi; tadının damagında oldugu tuhaf bir kokusu vardır..
Londra; küf kokar.. kasvetin, asaletin, eskinin kokusundur aslında.. soguk ama keskin bir kokusu vardır, agır ama asil bir koku; coca chanel'in no:5 kokusu gibidir; kült olmuştur ama herkezin kokusu 'asla' degildir..
Paris; ucuz kadın parfumu gibi kokusu burnuma.. hemen ucuşan ucuz kokular olur ya, bir anda başını döndürür ama sonra ne burnunda nede teninde kokusu kalmaz; ama lavanta kokar; ucuşan lavanta kokusu gibi..
Dhaka; kokmaz; kokusu öyle buruk ki; icin ezilir.. Hic öyle bir koku var mı diye sormayın sahiden var sadece koklamak icin, orda olmanız gerekir..
Amstream'da, dünyanın her ülkesine benzeyen ama hic biri olmayan bir şehir bence; suyun icinde, suyla arkadaş bir şehir; insanları inanılmaz sakin; hic bir yere koşan; takım elbiseli, sürekli telefonla konuşan insanların olmadıgı, bisikletlerin renk renk, boyut boyut oldugu şirin ama gizli bir şehir..
İlk geldigim gün; -aa evet ya, biz onunla burda yaşar gideriz, sakin huzurlu keyifli bir yer- diye gecirdim aklımdan boş yere burası icin, 'ot'un başkenti, ayyash filan demişler diye de kızdım acıkcası; adamlar gayet sakin, stresten milyon metre uzak gül gibi yaşıyor diye düşündüm..
Yogun ve stresli gecen alışveriş günü sonrası, Amstream'ın akşamı da görmek nasip oldu; bana da non-id'lik bir kız olarak; dumur olmak nasipmiş..
Bir kere, gizemli şehir diye boşuna demiyorum; şöyle düşünün; yan komşunuz dümdüz, sevimli, sakin bir kız ve size göre; -sadece o kız- (!) ken; geceleri kızın, koyu kırmızı bir rujla, platform topuklu ayakkabıları elinde kocaman bir bira bardagı eşliginde başkalaştıgını..
Evet, evet aynen böyle..
Amstream'dan gündüzlü -komşu kızı- iken, geceleri; başkalaşsan bir kadın gibi aslında..
Sanki, o sakin tahta ayakkabı satan dükkanlarda; geceleri mariuna otlarının ortaya cıktıgı, kenevir kokularıyla nefes alan tuhaf bir yer olmaya başladı sanki;her köşe başında; 10grm 5 euro sesleriyle birlikte; irkilmem bir oldu.. Hele birde, 'redlight street' diye bir yer varki; kanım cekildi desem yeri.. Sokagın başını görmem bile, tuhaflaştırdı beni..
Şimdi anlayım desem, anlatılacak gibi olmaz ki.. Neysem efenim, genel olarak bir bakalım Amstream'a;


-Su, biradan pahalı saka yapmıyorum bu arada..
-Et severler icin ideal bi yer, kocaman steakların yanında damacana ile bir getiriyor resmen..
-Ceşit ceşit peynir bulunuyor.. Mutlaka tadın derim :)
-Kızları hakkında nasıl desem; güzeli dip düşürecek kadar güzel ama 'woww' degil, ortalamanın üsttü sadece şu var; dogal güzeller bizim Nişantaşı cakmaları gibi degiller sıcakkanlılar yani; balayı icin inanın yanlış tercih olur.
-İnanılmaz zenci nufusu var, kim ola ki bunlar ya?
-Aman diyim, magic cake vs. şeylerden uzak durun; zira siz David Copperfield misiniz anacım?
-Her yere bisiklet veya tramvayla gidiyorlar, taksi bulmak ciddi mesele..
-Ciddi ciddi tahta ayakkabı giyen tipler var ya, kac tane gördüm ben; Dior'dan haberleri mi yok acep? : )
-Geceleri uyumayan bir şehir oldugu kesin; saat 01:00 ve penceremden iceri naralar giriyor hala..

-Cok fazla Türk var; o yüzden ona buna benim gibi sallamayın derim, cins cins bakışlara hedef oluyorsunuz sonra.. –-Et severler icin, dogru ülkedir derim acıkcası kocaman steak'leri, damacana büyüklügünde bira bardaklarla servis ediyorlar
-Biriyle flört etmek burda inanılmaz kolay; örnekler icin bknz;
taksi şöförü*; miss, where are you from?!
ben - ; where i look like from?
*oww, god your eyes looks lovely, skin looks great..
- lönk?!!!
*wanna club with me tonight?
-x2 lönk!!! can you please stop here?!

Gidilir mi; deneyim derim bir kere bile; I AM- STREAM'dan olmaya deger bir şehir bence.. :)
Cheers!
hLy'..