Cumartesi, Mayıs 29

KaLbimin yarısı.. BangLedesh!

Nihayet evimdeyim..
Odamdayım,
Yatagımdayım..
12 saat süren Dhaka-Dubai, Dubai-Istanbul yolculugundan sonra evdeyim..
Gercek dünyadan mı geldim, gercek dünyaya mı geldim kafam hala davul gibi anlamış bile degilim..
Kalbimin karıştıgı, canıma dokunan taşların haddi hesabı olmadıgı 6 gün gecirdim.
Dünya üzerinde hic bir yere bu kadar kolay ısınamamıştım, bu ilk oldu.. Ögrencilikten sonra bile, dogdugum yere alışmak aylarımı almışken, icim ısınıverdi.. Oluverdi işte..

Bagladeş, başkenti Dhaka olan şirin kücücük yerin bilinen 154 milyon nufusu ile karınca yuvasından farkı yok, %33 okuma yazma oranı, 990 tane doktor, kişi başına düşen gelir yılda 500$ kadar..
Dogru, dünya üzerinde ki en fakir ülke..
Bagımsızlıgını, önce Hindistan'dan sonra Pakistan'dan alan ülkecik..
Muson iklimi; sürekli yagmur başları selle dertte..
Yetişmeye müsait olan sadece pirinc..
Bakıldıgın da, kızım işin mi yoktu gittin oralara diyesi geliyor insanın ama gel gelelim ki; öyle degil..
Dünya'nın dokunulmamış cenneti..
İngiltere sömürgesi, nasıl sömürülmemiş olmuş diyorsun ama..
İnsancıkları..
Henüz kirlenmemişler..
Şimdi hic amannn ne fakirlik, aman cok hüzünlendim filan yazamam zira icimden hic öyle seyler demek gecmiyor, aksini yazmak istiyorum...
Gördüklerimi söylemek istiyorum..
Baksanıza kendinize; ne cok şey icin 'acınası' 'anlaşılması' gereken hallerdeyiz..

-Türkiye şartlarında gecinmek cok zor..
-İşimden memnun degilim..
-X'le ilişkimde sorunlar var, mutsuzum..
-Y, arkamdan konuşmuş..
-Yeni acılan yere hala gidemedik, manyak gibi gitmek istiyorum..
-Hayatım, b.k gibi!
-Terk edildim.
Vs.. Vs..
Gülmemek icin, ne kadar sebebin var senin böyle?
Dostum, yapma.. onun hic böyle sorunları yok ki, senden kat kat mutlu bence ( kime baksam, sokakta gülüyordu bana..)
Hic böyle bir dertleri yok, niye olsun ki? O henüz cok temiz..
Kirlenmemiş..
Karmaşık ilişkilerine hükmeden bir egosu bile yok..
Yaradan ona, neyi verdiyse o, seviyor; seviniyor..
Eşitlikten baktım birde olaya..
Bütün dünya kavruluyor, eşit şartlar alında yaşamalıyız diye.. Daha komigi, kadın erkek eşitligi diye inim inim insanlar var, Avrupa'nın göbeginde güzel ülkemde..
Yapmaaaa..
Ne olursun yapma..
Kadın ve erkek eşit degiller, sen ne demeye karşına aldın ki şimdi yaradanın, yarattıgını.. öyle bir dengeye bile gerek yok..
Kadın da erkekte, var ki birbirlerine yoldaş olsun diye.. Tamamlansınlar diye..
Kadınlar da, erkekler de, arı gibi calısıyordu.. Belki yokluktan ama en azından böyle sacma salak konuları tartışcak kadar, degersiz degil vakitleri..

Cocuklar.. Bebekler..
Elleri yüzleri pislik icinde ama yok cekimlerine kapılıyorsun işte..
Sessizliklerine, mahcuplarını..
Görmüyorsun kirini öpüyorsun, oynuyorsun işte..
Cocuk heryerde aynı, her yerde melek gibi..
Ama orda, cocuk olmak.. Cok başka eminim..
Kalbim, bedenim cok yer gördü belki ama hic birini bu kadar sevmedi..
Hic bir yerde bu kadar, Rabbin'e yakın hissetmedi..
Şükrün ne oldugunu, hic bu kadar net görmedi..
İster mi tekrar gitmek?
İster ya..
Görüşmek üzere, minik ülkenin minik insaları..
Rabbim, yar ve yardımcınız olsun..





Cuma, Mayıs 14

Robin Hood!


Üstünüze afiyet, uzunca aradan sonra sinemaya gittik bugun..
Pek bir iyi geldi..
Hele dışarda sıcaklık gölgede, Dubai'yle a-şık atarken, serin serin..
Fark ettim, ne kadar korku gerilim filmi varsa, yazın cıkıyor piyasaya.. Bu aylarda, henüz yeni cift ol(u)cak arkadaşlar icin;
- Ulan, kız korkar yaklaşır bana, bende pencemi atarım hemen kızın eline işim kolaylaşır mantıgına destek midir, anlamadım ki..
Neyse, yapımcıların genclık donemlerine bakmak lazım.. : )
Gel gelelim, filme..
Ee, esasoglan Rusell Crowe esaskızda; hastası oldugum Kate olunca bende oldu beklenti kocaman..
Eee, birde hikayelerini ingiliz yazarlardan okuyunca.. dedim herhalde, Kevin'i donunda salladıgı bir film olucak bu..
Oturduk, başladık izlemeye..
Hemen mi başlasam filmi eleştirmeye acep?

İndi bagh;
- Hikayelerin hepsinde ortak fikir, Robin'in Kral John'a degil Şerif'e karşı isyanıydı. Cünkü aksi
ve burnu büyük Kral vergileri agırlaştırınca; Şerif'e diklenen Robin kendini ormana vurdu (Öyle, kral bu höttt diyince olmaz..)
-2. olarak, Robin Hood hic bir hikaye'de Haclı Seferlerini görmedi, sıradan bir tarla süren arkadaştı.
Film, ilk yarı oldukca agır işleyen 2. yarı sapına kadar ingiliz milliyetciligi kokuyordu (bakınız)
-An Englishman's home is his castle. (Cok ama cok populer bir ingiliz deyimidir kendisi; bay William ve bayan Marry Morris tarafından; anlamı ingilizlerin en güvenli oldugu yer, kendini en iyi savundugu, korumakla hükümlü oldugu yer anlamına gelen, kalesi evidir gibisinden bir deyim..)
-Rusell'ı filan gectim ama Kral John'a hayat veren arkadaşı yürekten tebrik ediyorum acıkcası, filmde bir tek o carptı gözüme.. O nasıl kötü bir Kral'dır öyle.. Kimse, ben derim ki bu arkadaş mutlaka canlandırsın Kral Henry'i.. Ciddiyim..
Kabalık desen onda..
Karı kıza düşkünlük desen onda..
Kaypaklık onda..
Höytt höytt onda.. Kral dedigin öyle olur kardeşim, takar takıştırır parmagına yüzükleri, verir sözleri sonra cayar..

Film de hic zenginden alıp fakire veren bir Robin yoktu, (cok sükür ki) onun yerinde kafası calışan bir Robin vardı; arpalarını kimselere yedirmeyen, kurak tarlarını eken bicen bir Robin ve bence, bu anlayışı ile oldukca taktir edilesiydi.
Sonuc olarak, filmi özünde güzel fakat cok cok yavaş işlenmişti yine de gidilir mi? Kate icin evet!
p.s. : Bu yazı biraz daha uzarsa, ben cenemi tutamam ve siyasi bir yazım olur korkusuyla kısa kesilmiştir.
p.s. 2 : Bu ara, canım şöyle saglam bir komedi izlemek istiyor önerisi olan? : )





Çarşamba, Mayıs 12

Herşey; Sensin..


Yerin seni çektiği kadar ağırsın..
Kanatların çırpındığı kadar hafif…
Kalbinin attığı kadar canlısın..
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin;
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün;
Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma;
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun..
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin..
Sakın bitti sanma her şeyi;
Sevdiğin kadar sevileceksin..
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret..
Ve;
Sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın..
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü..
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve;
Karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir..
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir..
Ve;
Herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…
Can Yücel'

Cumartesi, Mayıs 1

BeLki bir zamanLar..


Nerden de geldi aklına bilinmez..
Öylesine, gidelim mi yahu, merak ettim bak şimdi dedi..
Der demez, kalbim de sanki uzun bir zamandır, atmayan bir damar varmışta bir anda icine kan pompalanmış gibi hissettim..
Serde, kütüklük var ya konduramıyorum da kendime..
Yolu hatırlayamam belki dedim, yok ya hatırlarsın dedi..
Tuhaf neyini merak ediyor ki diye diye götürdüm, cocuk oldugum yere..
Ya sahi, bir zamanlar ben cocuktum..
Avludan iceri girdigim anda, yaşım 7 oldu..
Tam 7 yaş..
İlk yara izim..
Bir bir elmaların üstüne bıraktıgım süt dişlerim..
Yeni asılmış camaşırların deterjan kokusu geldi burnuma..
Öylece şaşırmış gözlerle suratıma bakıyordu, ne dedigimi anladıgından bile süphe ettim ama ne fayda..
Artık olgunlaştın kızım yüzüne yüzüne vuruyor baksana yıllar derken, boşversene cocukta oldum diye azardım icimde ki salak kızlara..
İhtiyacmış, ziyaret degil..
Özlemişim, babamların ilk atölyesi ordaydı, camları iyice kirlenmiş icerisi iyice pislenmiş..
Annem, orda oynamamıza izin verirdi, sınırlarımız ordan ibaret sayılırdı oysa şimdi bir sınırım bile yok ucak biletim ve gitmeye hazır halde hatta bazen mecburu gönderilen ben.. Keşke sınırlarım hep o atölye kadar olsaydı da hayallerim küçülmeseydi.. Ayaklarım yere hic basmasaydı, ben hep o sınırların icinde ya, külkedi kalsaydım yada cüceleri olmayan pamuk prenses..
A, ve tabi atoleyenin hemen caprazında ki bakkal..
Arkadaşların hepsi ordan acık sakızları bakkal peynir keserken doldurdu ceplerine Sulugöz, Şıpsevdi, Falım filan.. Ben bir kere alamazdım,;
Valide hanım; - Başkalarının eşyalarını izinsiz alırsan, Allah seni görür o an ellerin taş kesilir seni ayıplar diye ögretmişti eylem anında, ya ellerim taş olur da öyle kalırsam diye korkumdan bir türlü gitmezdi sakızlara, gerisin gerisi dönerdim..

Daha neler neler..

Ziyan olmasın diye yeni ayakkabı almazdık biz pek, halanın büyük kızı Derya ablanın eskilerini filan giyerdim, yokluktan degil yahu.. Öyle alışmışlıktan.. Büyük alalım, seneye de giyer.. E, bunu birazcık giysin yenisi alırız.. Bizimkiler öyle alışmış öyle gecti, belki şimdi bundandır benim deli gibi ayakkabı almam.. Bilmem ki.. Silik milik hatırlıyorum, Hürriyet caddesinde bir ayakkabıcı vardı pullu yandan baglamalı pembe bir ayakkabı vardı 7 yaşındaki cocugun ayagı o kadar mı büyük olur yahu, bir türlü numarası gelmemiş, geldiginde annem kış diye almamıştı..

Birde Evrim vardı.. Apartmanın en güzel kızı.. Yaşıttık ama yaşına göre uzun benden de bir o kadar zayıftı hem Şenol onunla evcilik oynuyordu benimle erkek oyunu oynuyordu. Babası, yazları beymuz balon filan kışları da salep alırdı.. Ben 17 yaşında ilk kez içtim salep'i.. O da yokluktan degil, bizimkiler sevmezdi ne geregi varmış mıymış..

Hee ve, salamlı veya nutellalı ekmek olayı.. Her akşam marifet gibi ellerine verirlerdi cocukların salıyorlardı sokaga annem hayatta izin vermezdi ne yenicekse ille evde yenmeliymiş onları alamayan cocukların, canı ceker diye hic sokakta salamlı veya nutella yiyemedim ve en sevdigim şeydir, geze geze yemek yemek şimdi..

Hiç birini anlatamadım; şaşkın şaşkın bakıyordu çünkü ama sanırım anladı o, kocaman bir damla göz yaşımdan; ben (beLki) bir zamanLar cocuktum..